Servet İnşası için Üniversite Okumak Şart mı?

moneystack

 

Dünya milyarderlerle , ultra zenginlerle dolu bir yer.Gelişmekte olan ülkelerde dahil neredeyse dünyanın çoğu ülkesi sayısı oldukça  fazla olan milyarderlerle dolu.Dünyada bu kadar çok zengin olabilir ,fakat bu kitlenin belki binlerce katı sayıdaki bir kitle de var;milyoner ve milyarder olmak isteyen insanlar.Ancak zenginlik ,zengin olma başarısını etkileyen birçok faktör olduğu bir gerçek.Bu faktörler yıllar içerisinde önemli bir değişim yaşamış durumda.Hakkında önemli tartışmaların olduğu bir faktör ise Üniversite eğitimi.Kimi şirket patronları,araştırmacılar,dergi yazarları üniversite eğitimini gelişen ve değişen ekonomide zenginliğin vazgeçilmez bir gerekliliği olarak görürken,bir kısım da üniversitenin zenginlik,başarılı bir şirket ve bu yolla servet inşası için elzem görmemekte.

Üniversite eğitiminin bugün iş dünyasının her alanında iş alımlarında olmazsa olmaz bir kalifiye olduğu bir gerçek iken ,kendi işini kurmakta yani bir girişimci olmaktaki önemi nedir?Bu konu dikkatle incelenmesi gereken bir konu olmakla birlikte geçmiş ve güncel iş dünyasında başarılı olmuş,önemli servetlere sahip olan girişimcilerin,patronları incelemekte fayda var.Türkiye ve Dünyada bu durum nasıl?

Türkiye’nin en zengin insan ve şirketleri konusunda ilk akla gelenler şüphesiz Koç Holding,Sabancı Holding,Doğuş Grup ,Yıldız Holding ve Fiba Holdingtir. Bunlardan en bilineni Koç ve Sabancı Holdingin geçmişleri elli sene ve yukarısına dayanıyor.Ve bu holdingler inşa edilirken tabii ki kurucuları Vehbi Koç ve Hacı Ömer Sabancı ve Sabancının bugünlere gelmesinde büyük katkıları olan Sakıp Sabancının üniversite eğitimleri yoktu.Üniversite eğitiminin elzem olmadığını iddia edenler genelde bu örnekleri göstermekte.Ancak şu da bir gerçek ki elli yıl öncesinin başarılı olma gereklilikleri ile bugünün gereklilikleri oldukça farklı.Teknolojinin son yirmi-otuz yılda geldiği nokta ,iş dünyasını ,ekonomiyi ve finansı da çok farklı noktalara getirmiş,neredeyse her alanda en önemli etken haline gelmiştir.Teknoloji ile birlikte global ticaret gelişmiş,uluslararası işbirlikleri networkler öncesine göre oldukça gelişmiş ve değişmiştir.Bu da beraberinde küresel ölçüde servet sahiplerini ortaya çıkarmıştır.Bu nedenle teknolojiyi etkin kullanmak ,pozitif ve negatif etkilerine vakıf olmak ,bugün başarılı ve büyük bir şirket ve girişime sahip olmanın ,bu yolla da zengin olmanın vazgeçilmez bir unsurudur.İşte tam bu noktada üniversite eğitiminin önemi devreye girmekte.Yenilikçi teknolojiye vakıf olmanın yolu üniversitelerden geçiyor.

HOZYEGIN_FORBES_kapaksayfasi.jpg

Hüsnü M. Özyeğin

Üniversite eğitimi elbette yalnızca teknolojiyi öğrenme ve benimsemede önemli değil.Bir iş adamı,girişimci yatırımcı olabilmek için her zaman kritik düşünme,kriz yönetimi , inovatif ve kreatif gibi özelliklerin yanında finans yönetimi,işletme bilgisi,pazarlama ve satın alma gibi alanlarda etkin bilgilere sahip olmak gerekir.Tüm bu özelliklerin ediniminin başladığı  ve büyük ölçüde geliştirildiği yer üniversitelerdeki lisans ve master eğitim süreçleridir.Ticaret eski ticaret değil,ekonomi eski ekonomi değil.Günümüz küresel ve nasyonel ekonomileri büyük ölçüde  teknoloji, inovasyon ve dinamizm gibi temel sütunlar üzerine yerleştirildiği için üniversite eğitiminin şüphesiz bir zorunluluk olduğu çok açık.Bir kaç örnekle bunu inceleyebiliriz.

murat-ulker-is-hayati

Murat Ülker, Yıldız Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı eğitimini İstanbul  Erkek Lisesinden mezun olduktan sonra Boğaziçi Üniversitesinde devam ettirmiş,ardından da çeşitli yurt dışı kaynaklı üniversitelerde eğitimini pekiştirmiştir.Kaliteli bir eğitim gördükten sonra babasından devraldığı holdingi önemli noktalara getirmiş,bisküvi sektöründe  Godiva, McVitie’s gibi yurt dışının büyük şirketlerini satın alma yoluna gitmiş,hızlı bir büyüme ile dünyanın en büyük bisküvi üreticilerinden biri haline gelmiş,neticede Türkiye’nin önde gelen küresel ticaret markalarından birini inşa etmiştir.Neticede bugün son senelerin kişisel servet bazında en zengin insanı unvanına sahiptir.Bunun yanında ,FİBA Holdingin kurucusu Hüsnü M. ÖZYEĞİN de iyi bir eğitim geçmişine sahip bir iş adamı. Robert Kolejinden mezun olan Özyeğin ,Amerika ya giderek burada inşaat mühendisliği alanında lisans eğitimi görürken Bankacılık-Finans alanına ilgisi olduğunu fark ettikten sonra Harvard Üniversitesinde bu alan üzerine master eğitimi aldı.Türkiye’de Pamukbank ,Yapı Kredi Bankası gibi Türkiye’nin önemli bankalarında Genel Müdürlük yaptıktan sonra Finansbank’ ı satın aldı ve bu bankayı büyük ölçekli bankalar sınıfına sokma başarısı gösterdi ve 2006 yılında önemli bir miktara sattı.2010 yılı itibariye Fibabanka’ yı kurdu ve bu bankanın da bir miktar hissesini uluslararası alanda satmayı başardı. FORBES dergisinin en zengin 100 Türk listesinde uzun yıllardır bulunan Özyeğin,birkaç defa türkiyenin en zengin iş adamı unvanını kazanmış,2016 yılı itibariyle de Murat Ülker’in ardından Türkiye’nin en zengin ikinci iş adamı unvanına sahiptir.

Diğer ülkelere de baktığımızda durum aynı;üniversite eğitimli iş adamı ve girişimcilerin en zengin listesini önemli ölçüde ele geçirdiğini görebiliriz. Berkshire Hathaway’ ın sahibi Warren Buffett, Google’ ın kurucuları Sergey Brin ve Larry Page Amazon’un kurucusu Jeff Bezos üniversite eğitimini tamamlamış dünyanın en zengin insanlarındandır.Giderek de servetlerini katlamaktadırlar.Ayrıca Fortune Türkiye’nin hazırladığı ABD’nin en zengin 25 insanı listesinin de yaklaşık 20 ismi üniversite eğitimi almış,9 ismi de lisans üstü eğitim almıştır.

Warren-Buffett-Smiling-Black-White.jpg

Warren Buffett

 

Türkiye ve Dünya ekonomisinde  dinamikler değişiyor. İnovasyon,teknoloji ve bunlara bağlı Girişimcilik, Finans yönetimi ve bilgisi vazgeçilmez unsurlardan.Bu unsurların en ideal edinim yeri üniversiteler.Eğer isteğiniz başarılı ve güçlü bir şirket kurmak ,bu yolla bir servet inşası ise üniversite sizi bekliyor.

 

kaynak: http://www.fortuneturkey.com- ABD’nin en zengin 25 insanı

https://tr.wikipedia.org/wiki/Murat_Ülker

https://en.wikipedia.org/wiki/Hüsnü_Özyeğin

 

 

BİR SONBAHAR HİKAYESİ-AUTUMN İN MY HEART

Autumn-Tale-field

2000 yılının Eylül ayında  G.Kore’de yayınlanmış bir dizi Autumn İn My Heart. Bugün üzerinden yaklaşık on altı sene geçmiş,ancak ben daha yeni izleme fırsatı buldum bu mini dramayı.Uzun zamandır da aklımda vardı aslında ancak bir türlü vakit bulamadım.Daha fazla ertelemenin gereksiz olduğunu düşünerek başladım,bir çırpıda da bitiriverdim.Bu Kore sinema ve dizi kültürünü  yaklaşık altı sene önce tanıdım.O günden beri de aslında çok da bağımlısı olduğum söylenemez.Sadece kült,seyir zevki ve kalitesi yüksek,konusu dram ağırlıklı dizileri izledim.Dizi geçmişim de on diziyi geçmez.Ancak şunu söyleyebilirim ki Kore dizi endüstrisi gerçekten gelişmiş ve kaliteli yapıtlar vermiş hem ulusal hem de uluslararası dizi endüstrisine.Bu nedenle zihninizdeki ön yargı ve kalıpları kırmanızı öneririm.

Autumn in My Heart, ya da diğer adıyla Autumn Tale, Endless Love serisinin ilk yapıtı.2000 senesinde televizyonda yayınlanan dizi oldukça popüler olmuş,bir nevi de o dönem yeni başlayacak bir drama rüzgarının öncüsü olmuş konusu itibariyle de. Endless Love serisinin diğer dizilerinde de gördüğümüz dram ve romantizm dizinin ana hamurunu teşkil ediyor.Dizide iki kardeş olarak büyüyen Eun-Suh ve Joon-Suh’un ailelerinin parçalanışı ve birbirlerinden ayrılışı ile başlıyor olaylar. Eun-suh geçirdiği bir kaza sonucu kan nakline ihtiyaç duyduğu vakit ailesinin kan verme girişimi başarısız sonuçlanır,çünkü ailesi ile kendi kanı uyuşmaz.Bunun sonucunda da Eun suh un o aileden olmadığı gerçeği açığa çıkar,kısa bir araştırma sonucu ailesi ,aynı gün doğan başka bir çocukla kazara karıştığını anlar.Fakat bu sorunla yüzleşmek çok da kolay olmamıştır ailesi için.Gerçek kızlarına annelik yapan kadına giderler ve ona da gerçeği anlatırlar.Bu talihsiz durum karşısında ne yapacaklarını bilemez haldeyken çocuklar da bu gerçeği öğrenir.Artık Eun-Suh için o aile ile yaşamak mümkün değildir çünkü ailesinin asıl kızları yıllardır yaşadığı eve gelir.O da gerçek annesinin yanına gider.Kısa bir süre sonra önceki ailesi olanları unutmak amacıyla Amerika’ya gitme kararı alır,ayrıca kendisini de götürmek isterler.Ancak o Kore’de oldukça fakir olan annesinin yanında kalacağını belirtir.Çaresizce abisinden ,Joon-Suh’tan da ayrılmak zorunda kalır.Yıllar boyunca onu bekleyecektir.Ancak geçip gitmekte acele etmeyen zaman süresince kan bağı olmayan ama çok sevdiği Joon-suh’u düşünür,hissettiği özlem duygusu yerini güçlü ve masum bir aşka bırakır.

wOZmnD

Yıllar geçer,Joon-suh da ailesi de Kore’ye dönme kararı alır.Joon-Suh’un aklında da yıllardır unutamadığı ve Eun-Suh’da olduğu gibi kendisinin de özlemi bir aşka dönüşmüştür.Ne var ki döndüğünde nişanlıdır.Koreye dönüşünden sonra gelişen olaylar ,aşk üçgenleri,çaresizliklerle örülü bir imkansız aşka ulaşma  mücadelesi verecektir iki sevdalı.Bakalım kader onlara nasıl davranacak?

Konusuyla,sanatsal değeriyle,dramatik müzikleriyle Autumn in My Heart önyargısız,tereddütsüz izlenmesi gereken bir dizi.Keyifli Seyirler..

Ruhunuza Hitap Eden Bir Yapıt-Serenade(F.Schubert)

Olay şöyle anlatılır:

Bir gün Alman besteci Franz Schubert ve arkadaşları şehre dönerken Tieze adlı bir arkadaşlarını bir bahçede bir masanın başında otururken bulurlar. Schubert bu manzaradan etkilenip yolculuklarına ara verip yanına gider ve arkadaşı Tieze’nin bir kitap okuduğunu görür.Kitabı alıp içinden bir şiir okuyunca oldukça etkilenir ve “Eğer bir nota kağıdım olsaydı bu şiir kadar güzel bir melodi yazardım” der.Bir diğer arkadaşı hemen bir fatura kağıdının arkasını çevirip hızlıca nota çizgilerini çizer. Schubert de hemen o anda gelen ilhamı kağıda döker ve yıllar boyu en lirik aşkların tercümanı olan o ünlü serenadını yazar.(kaynak:habertürk.com)

Schubert’ in de ,onun serenadının da klasik müzikte önemi büyüktür.Çünkü Schubert çok genç yaşta ölmesine rağmen yüzlerce eser bırakmıştır ardında.Ancak hayattayken o kadar da ünlenmemiş eserleri.Fakat ölümünden sonra ,tıpkı edebiyatın Kafka’sı gibi eserleri oldukça popüler olmuş. Serenad da bu önemli yapıtlardan biridir.birçok enstrümanla cover edilmiş,birçok ünlü sanatçı tarafından da bu esere söz yazılmıştır.

Bugünkü yazım daha çok Serenad ile alakalı olacaktı kuşkusuz ancak  böylesine güzel eserin arka planını,hikayesini ,en önemlisi de bestecisi hakkında biraz olsun bilgi sahibi olmak lazımdı.

Bugüne kadar birçok sanatçıdan birçok eser dinlemiş olmama rağmen Serenad bana çok ayrı şeyler fısıldıyor. Beethoven’in Moonlight Sonatası gibi bu eserde bende ayrı öneme sahip.İkisinin de ortak bir noktası var ayrıca. Beethoven Ayışığı sonatını ,ay ışığını hayatında bir kere olsun görememiş bir kıza notalarla anlatabilmek için yazmış,Schubert ise bahsi geçen hikayede olduğu gibi şiir ile sözlere geçirilmiş duyguları notalara aktarmış.Ayrılan noktaları ise Beethoven’in eserinin daha karamsar olması.Serenat  ise anlatımı biraz daha lirik,duygusal yönü daha yoğun.Ve ayrıca Serenat ölümsüz aşkların notaları gibi.

Schubert’in serenadını dinlemenizi tavsiye ederim.Kuşkusuz size de bir şeyler anlatacaktır.

ANILARA YOLCULUK-BALTALİMANI JAPON BAHÇESİ-ATATÜRK ARBORETUMU

IMG_3793.JPGUzun zamandır planladığım bir geziyi dün yapmanın mutluluğunu yaşıyorum.Yaz ayının gelmesi ile uzun bir senenin verdiği yorgunluğu bir gün de olsa atabilme isteğiyle İstanbul’da nereleri gezebilirim diye düşündüm.Doğaya,ağaçlara ve çiçeklere olan ilgim nedeniyle hemen doğal parklara,botanik bahçelerine yoğunlaştım internetten yapmış olduğum araştırmada.ilk sonuçlardan karşıma birkaç yer çıktı;fakat en çok ilgimi çeken iki yere gidebilecektim vaktimin kısıtlı olması nedeniyle.Birkaç yer arasından kolaylıkla iki seçim yaptım.Bunlar Baltalimanı’nda bulunan Japon Bahçesi ve Sarıyer sınırları içerisinde yer alan Atatürk Arboretumu idi.İkisi de Sarıyer ilçesinde yer aldığı için şanslıydım.İlk olarak Baltalimanı Japon Bahçesi’ne gidecektim çünkü oraya olan ilgim daha  yoğundu.Taksim’den bindiğim otobüsle sahilden ilerleyerek Baltalimanı’na ulaştım ve hemen bahçeye yöneldim.Bu arada Japon bahçesi ile alakalı biraz bilgi vermekte fayda var.Japon bahçesi,2003 yılında iki ülkenin konsoloslukları vasıtasıyla Japon kültürünü Türk insanına tanıtmak ve sevdirmek,muhtelif zamanlarda etkinlikler düzenleyerek iki ülke arasında ilişkilerin iyi yönde ilerlemesini sağlamak amacıyla kurulmuş.Bahçe orta büyüklükte olup,içerisinde küçük bir şelale ve göl ile birlikte Japon kültürüne ait köprü,çay evi,çitler barındırmakta.Kapıda hem Türkçe hem de Japonca Baltalimanı Japon Bahçesi yazıyor.Bu nedenle adımınızı atar atmaz bir Japon rüzgarı size ev sahipliği yapıyor.Şunu da belirtmek isterim ki Asya fanatikleri,Uzakdoğu kültürü ile ilgilenenler,film ve sinemalarını izleyenler için burası İstanbul’da uğranılabilecek en önemli mekan.Kore veya Çin fanatiği olsanız bile bu milletler ortak birtakım kültürel birikime sahip olduklarından yabancılık çekmiyorsunuz.Fakat tabii ki bu bahçe herkes için farklı anlamlar barındırıyor.Benim ziyaret amacım,Asya ile alakalı birikimim,izlediğim dramatik ve sanatsal film-dizileri hatırlamak, izlediğim ve okuduğum zamanki hissiyatlarımı tekrar yaşamaktı.köprüden geçerken,bahçenin ortasında bulunan çardakta oturup anılarımı bir bir göz önünden geçirmek,temiz hava soluyarak bir kez daha ruhumda hatıralarımı hissetmekti.bahçeyi genel bir gezip,bahçede bulunan yapıların fotoğraflarını çektikten sonra hemen kendimi çimenlere bıraktım.bir yandan şelaleden gelen su sesi,diğer yandan kısık sesle açtığım piyanonun oluşturduğu resitalde gökyüzüne uzun uzun bakarak hatıralarıma,iç dünyama yolculuk yaptım.

IMG_3790.JPG

Baltalimanı Japon bahçesi,amacına uygun dizayn edilmiş,başarılı ve gerekli bir mekan.bu çalışmanın ,diğer ülkelerle işbirliği halinde yeni kültür bahçelerine ışık olması dileğiyle buradaki ziyaretimi sonlandırdım ve bir sonraki durağım için bir yol planı çizdim.

————————————————————————

Bir saatten fazla sürecek bir yolculuğun ardından Belgrad Ormanı’nın yakınlarında bulunan Atatürk arboretumuna ulaştım.kısa bir yürüyüşle arboretuma girdikten sonra elimde rehber kitapçığıyla küçük bir tur planladım.ancak arboretum yaklaşık 300 hektarlık bir alana kurulduğu için göllerin çevresinde kısa bir tur daha cazip geldi,nitekim çok vaktim de yoktu.Burası hakkında da biraz bilgi yararlı olacaktır.Atatürk Arboretumu ,İstanbul üniversitesi orman fakültesine ait ,orman genel müdürlüğü yönetiminde olan,içinde Türkiye’den ve dünyanın farklı yerlerinden iki bine yakın farklı bitki varyasyonunu barındıran ,alışıldık tabirle “canlı bitki müzesi” denilebilecek doğal bir mekan.kurulma amacı,eğitimin her kademesindeki öğrencilere bitki ve orman dünyasını,daha önce hiç görmedikleri bitkileri tanıtmak,bilgilenmelerini sağlamak;ayrıca bitkileri burada barındırarak türlerin yok olmasını engellemek olarak özetlenebilir.içinde barındırdığı bitki türlerine ek olarak göllerinde de kaplumbağa ,balıklar ve ördekler de bulunmakta.yine bu alanda karacalar da yaşamakta.bu nedenle Atatürk arboretumu gerçekten çok isabetli bir karar ve yararlılıkta kurulmuş.Bu tarz doğal alanların artırılması için de önemli bir umut kaynağı.

IMG_3828

parkta yaptığım kırk beş dakikalık kısa turda gölleri ,hayvanları ve daha önce bilgi sahibi olmadığım bitki türlerini gördüm.Yine anılara yolculuk için bir kayalığa oturdum ve manzaranın tadına vardım.

günün sonunda,elimde birkaç fotoğraf ,anıların muhasebesi ve tarifsiz bir mutluluk vardı.Pişmanlık duymadan yapmış olduğum gezi ,muhtemelen bu mekanlara yapacağım son gezi olmayacak.Güneşin batışı eşliğinde ,birazcık hüzünle geri döndüm.Bir dahaki ziyaretime kadar veda vakti.

IMG_3833.JPG

SUMMER SCENT-KORE’DEN BİR KÜLT DAHA

NATSUNOKAORI_OST_q90

 

Summer Scent,2003 yılında Temmuz ve Eylül ayları arasında yayınlanmış Endless Love serisinin üçüncü ayağı.Serinin diğer dizileri gibi gayet başarılı bir yapım olmakla birlikte hikayesi,verdiği mesajlar ve sanat kokan ayrıntılarıyla izlenip de pişmanlık vermeyen,bilakis insanda giderken güzellikler bırakan bir yapıt.

Dizide Min-Woo ve Hae-Won başrolü paylaşmakta olup,Min-Woo yıllardır aşk yaşadığı ,hayatının anlamı olan sevdiğini kaybetmiş,Hae-Won ise gençliği boyunca kalp rahatsızlığında çok çekse de nihayetinde bir kalp nakli sayesinde güzel bir hayata sahip olmuş ve hem maddi durumu iyi olan hem de kendisine oldukça değer veren bir insanla aile dostluğu nedeniyle yıllardır sevgilidir.

Nişanlısını bir kazada kaybeden Min-Woo bu travmayı atlatmak ,hem de mimari eğitimini tamamlamak amacıyla İtalya’da üç yıl boyunca yaşamış,ardından ülkesine dönmüştür.Olaylar da tam bu noktadan sonra başlamaktadır.Üç yılın ardından ülkesine dönen Min-Woo nun hava alanına ulaştığı anda Hae-Won da iş gezisinden dönen erkek arkadaşını karşılamak için beklemektedir.Birbirlerinden habersiz bir şekilde aynı yerden geçince Hae-Won bir anda kalbinin ani atışlarını fark etmiş ve buna anlam verememiştir.Aslında o daha önce tanımadığı Min-Woo dan etkilenmişti.Sonrasında birbirleriyle birçok anı yaşamaları,ardından da iş vesilesiyle tanışmalarıyla aslında aralarında birçok ortak noktaların olduğunu fark ederler ve bu durum onların daha da yakınlaşmalarıyla sonuçlanmaktadır.Devamında bu bağlantılar onların ıstıraplı bir aşk yolunda yürümelerine sebep olacaktır çünkü bu yol aslında kaçınılmaz gerçeklerle oluşmaktadır.

Dizi,diğer klasik Kore yapımlarıyla birçok ortak noktaya sahiptir.Ana karakterler aşırıya kaçan bir masumluğa sahiptir ve yaşadıkları aşktan ötürü baş edilemez sorunlarla boğuşmaktadırlar.Her aşkta ortak olan hiç kimsenin suçlu olmamasına rağmen her sevenin acı çekmesi durumu dizinin ana hamurunu teşkil etmektedir.Karakterlerin hiçbirisine kızamamaktasınız ;çünkü herkesin haklı bir noktası bulunmakta.Bu da karakterleri içinden çıkılmaz sorunlara sevk etmekte. Elinizden bir şey gelmeden oturup bu masum ve ıstırap dolu aşkı izleyip,onlar için en güzelini dilemekten başka yapılacak bir şey yoktur.Çünkü Kore klasiklerinin ultra dramatik sevdaları genellikle iyi bitmemektedir.Peki acaba bir kült olan bu dizi dramatik mi umut dolu mu bitecektir?Diziyi bitirdikten sonra içinizde kalan bir sıkıntı mı olacak,yoksa memnun ve mutlu bir gülümseme mi?Söylenebilecek tek şey,masum bir aşkın anlatıldığı bu dizide elinizde kalan sanatsal bir birikim olacak.Kalan hayatınızda artık Schubert’in Serenadını dinleyecek, Calla zambakları ,hatta bütün çiçekler sizin için büyük anlamlar ifade edecektir.

Hayatta insanın içini ısıtan en güzel hatıralar yaşadıkları aşktan miras kalır.Peki siz de yaz kokusunda güzel hatıralar yaşamak ister miydiniz?Yaz yeni başlıyor,masum ve pişman olmayacağınız bir aşk yaşamanız dileğiyle.

 

HELLO!GENERATE SOMETHİNG FOR OUR WORLD!

Hello,i am Batihan H.Dizdaroğlu.I am a university student and a volunteer in my charity foundation which focuses on youth and its improve all the young interms of consciousness,eagerness ,and being idealistic in their entire life, as a director and founder member.I also have a lot of dreams about my business career,my targets,my desires that I will do in the future.This blog is on of them but I always write something that come from my soul,brain.I think I should use a personal blog regularly,every day or week or whenever I want,I should write.because I know if I write my feelings,thoughts ,that improves me in every aspects of my life. I can be articulate ,I can think fast and efficiently,and that’ s most important:i feel good.

So,I will write regularly,both Turkish and English ,even anyone read it.

IMG_3692

yine aynı ahval

IMG_3702Bak yine aynı şeyi yaptım.Yine yazacağım deyip bir karar alıverdim,yine bıraktım yazmayı.Alacağım yüz bininci karar olsa da yine bundan sonra yazacağım diyorum.Burada da bir mesele var çözülmesi gereken.Acaba yazmak için karar alınır mı?Yoksa yazma dürtüsü kendisi mi karar alır,senin kalemini mahkum kılar.Peki farzı muhal öyle,yazmak dürtüsü ne zaman karar alır?Yazmak için neler gerekli?

yazmak,üretmek demiştim bu blogun ilk satırlarında.19 şubat günü.Üretmek için malzeme gerekli değil mi?Yoktan bir şeyi var etmek hiçbir mahlukata tahsis edilmiş bir yetenek değil.Peki yazmak için hangi malzemeler lazım?Kalem ,mürekkep,kağıt değil herhalde.Tahmin edeyim biraz.Birincisi..dert!Muhakkak dert lazım yazmak için.İnsanı yoğuran dertlerdir çünkü değil mi?Dertler yoğurur da insanı,bu dünyaya hazırlar.Çünkü dünya dertsizler yeri değildir.Dert ,ruh demektir insan için.hatta birçok mefhum demek.Dert kimi zaman bir dava,kimi zaman bir aşk ıstırabı,kimi zaman fikri yalnızlık.Derdi olmayan insan olamaz,olmamalı o halde.Çünkü insanı insan yapan her mefhum derdin içinde indimaç etmiştir.Dert, her şey demektir o halde.

peki başka ne olabilir yazmaya  malzeme?istek?şüphesiz.her derdi olan yazar mı acaba?dünyada herkes yazıyor mudur en ufak bir dertte.elbette hayır.Yazmak ,insanın ruhundan ince ince süzülen bir isteğe muhtaçtır.İstek olmazsa yazmak mümkün değildir.Elimize kalemi alma kararımızı isteğimiz belirler.

İlginç sayılabilecek bir malzeme de söyleyebilirim size;Hal.Halin lügat manasına yer vermeyeceğim elbette ama diyorsak bir kelime,açmak lazım iyice.Yazmak için bir hal gereklidir.Bu hal ,senin o an dertlerin ve isteğinin neticesidir.Dertler,meseleler,pişmanlıklar,o an içinde bulunduğum mekan,tükettiğin zaman.her biri hali oluşturan temel kavramlardan.Eski bir sevdanın yeniden kanatlanmaya başladığı,bu derdin seni sarmaladığı , rüzgarlı bir akşamüstü bir vapurdan denizi öylece seyrederken yazma isteği dolabilir elbette içine.İşte sana bir şiir,bir söz ,birkaç satır karalaman için gerekli olan milyonlarca halden biri..

yazmaya böyle bir pencereden baktık bu yazıda.Daha serbest bir gömlek giyip düşündük bunları kahvemizi içerken.

bir dahakine yazmaya bir de kravatlı bakalım.Şimdilik elveda.